SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ NEREYE?
SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ NEREYE?
Türkiye, son birkaç aydır sosyal güvenlik sistemine ilişkin düzenlemeleri tartışıyor. Aslına bakarsanız sağlık ve sosyal güvenlik sisteminin de ‘reform’ 1980’li yıllardan beri tüm dünyanın gündeminde, ülkemizin gündemine ise 1990’lı yıllardan sonra girmeye başladı.
1980 sonrasında kapitalist sistem içersinde öne çıkan neo-liberal ideolojinin ve politikaların bir sonucu olarak sağlık ve sosyal güvenlik sistemine bakışta köklü bir değişiklik yaşandı. Sosyal güvenlik sisteminin ve onun alt yapısını oluşturan sosyal devletin tasfiye süreciydi bu değişim! Bugün AKP iktidarının ‘sağlıkta dönüşüm ve sosyal güvenlik reformu’ tasarısı da bu politika değişikliğinin bir sonucu olarak gündeme geldi.
SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİNİN DÜNÜ BUGÜNÜ
Sosyal güvenlik kavramı kapitalist sistemle birlikte tarih sahnesine çıkan bir kavram. Bireylerin ekonomik ve sosyal yaşamlarına ilişkin riskler tarihin her döneminde var oldu. Ancak, kapitalizm öncesi toplumlarda bu riskler ya aile, klan ve kabile içinde ya da din kurumu tarafından öngörülen kurallar çerçevesinde giderildi. Ekonomik ve sosyal risklerin ilk kez bir devlet organizasyonu eliyle düzenlenmesi 20. yüzyılın başında, kapitalizmle birlikte gerçekleşti.
Kapitalizm ve ona eşlik eden piyasa ekonomisinin ‘ Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ ideolojisi, eşitsizliği ve yoksulluğu yaygınlaştırdı. Piramidin altında kalan sosyal tabakaların sayısında ciddi bir kabarmaya yol açtı. Kırsalda kopup gelen ve kentlerin varoşlarını dolduran
aşsız, işsiz, hiçbir güvencesi olmayan insanların durumu, çalışma yaşamının ağır ve elverişsiz koşulları, bunun yol açtığı dramatik tablo sermaye çevrelerini ürkütmeye başladı.
Giderek kalabalıklaşan bu nüfusun en azından bir bölümünün mass edilmesi gerekiyordu. Sosyal güvenlik kavramı, buna ilişkin düzenlemelerden söz edilmeye başlandı.
Sosyal güvenlik kavramı da böylece ilk kez tarih sahnesine çıktı. İş kazalarına ve meslek hastalıklarına yönelik bu ilk düzenlemeleri, çalışma yaşamına ilişkin başka düzenlemeler izledi…
1917’de sosyalizmin tarih sahnesine çıkışı sosyal güvenlik sorununu ve sosyal devleti kapitalist sistem için daha elle tutulur kavramlara dönüştürdü.
Keynesyen ekonomi politikaların egemen olduğu bu süreçte kapitalist sistem kendini sosyal bir devlet, bir refah devleti olarak sunmak zorunda kaldı. Devlet, piyasanın dengesi bozulduğunda ya da eşitsizlik ve yoksulluk yaygınlaştığında müdahale ediyor, sistemi bu şekilde güvenceye alıyordu.
Devletin ekonomik ve sosyal yaşamda etkin rol aldığı bu dönem 1980’li yıllara kadar sürdü…
NEO-LİBERAL POLİTİKALAR VE SOSYAL DEVLETİN TASFİYESİ
1980 sonrasında ise dünyada yeni bir süreç başladı.1970’li yıllarda ortaya
çıkan ve giderek derinleşen kriz o güne kadar izlenen ekonomi politikaların yeniden gözden geçirilmesine yol açtı. Devletin ekonomiye ve sosyal yaşama müdahalesi krizin temel nedeni olarak ilan edildi. Kapitalizm artık küresel bir sisteme dönüşüyordu ve sistemin yeni ideolojisi ise neo-liberalizmdi. Bu yeni ideoloji, devletin sosyal yaşama dönük harcamalarına karşı çıkıyor, ekonomiye müdahalesini zararlı buluyordu. Devletin ekonomiden elini çekmesi gerektiğini söylüyordu.
Bu söylem devletin küçültülmesi girişimlerinin sloganı haline geldi. Başta ABD’de ve İngiltere olmak üzere tüm kapitalist dünyada devleti neo-liberal ideoloji doğrultusunda küçülten düzenlemelere gidildi. Sosyal harcamalar sistemin kara delikleri olarak görülmeye, bütçe açıklarının, ekonomilerin kötü gidişlerinin gerekçeleri sosyal güvenlik sistemine yapılan yatırımlarda aranmaya başlandı. Bu nedenle sosyal güvenlik sisteminde radikal düzenlemelere gidilerek sosyal harcamalar alabildiğine kısıldı.
1990’lı yıllarda reel sosyalizmin tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte, sosyal devletin tasfiyesine dönük süreç daha bir ivme kazandı. Tek kutuplu hale gelen dünyada sosyal hakları budayan politikalar daha fütursuzca uygulanmaya başlandı.
İngiltere’de Thatcher hükümetinin ilk yaptığı uygulama sosyal harcamaların ve düşük gelir gruplarına dönük programların tasfiye edilmesi oldu. Aynı program ABD’de de benzeri şekilde uygulandı. Sosyal devletin tasfiyesine dönük program gelişmekte olan, az gelişmiş ülkelerde ise çok daha radikal düzenlemelerle gündeme geldi. Dünya Bankası gibi uluslar arası finans kurumları bu süreçte etkin bir rol üstlendiler.
Dünya Bankası’nca geliştirilen ‘Yeni sosyal güvenlik sistemi modeli’ özellikle gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerde uygulanabilir tip bir model olarak öne çıkarıldı, ulusal hükümetler ise bu modeli sosyal güvenlikte reform yada devrim olarak yutturmaya çalıştılar kendi halklarına…
Program Şili, Meksika ve Bulgaristan’da denendi. Sonuçları tek kelimeyle yıkım oldu. Şimdi ise Türkiye’nin ve komşumuz Yunanistan’ın gündeminde…
SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ VE TÜRKİYE
1980 sonrası dünyaya egemen olmaya başlayan neo-liberal politikaların ülkemize yansıması 24 ocak 1980 kararları ile gerçekleşti.12 eylül darbesiyle siyasal partiler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri kapatıldı, sosyal haklar budanarak ülke küresel sistemle entegrasyon sürecine sokuldu. Devletin küçülmesi sloganı Özalizm’le birlikte ülkenin gündemine oturdu. Ekonomik ve sosyal yaşamla ilgili yapısal pek çok değişikliğe gidildi. Bunu eğitimde ve sağlıkta özelleştirme politikaları izledi
1990’lı yıllar özellikle sağlık ve sosyal güvenlik sistemine ilişkin düzenlemelerin gündeme getirildiği yıllardır. Sağlıkta dönüşümün o dönemki adı ise ‘Mega Reform Projesi’ idi. Şaşaalı basın toplantıları, mültivizyon görüntüleri ile gündem edilmişti
Yine, 1999’da 57. hükümet döneminde sosyal güvenlik sistemine dönük bir düzenleme yapıldı. Sosyal hakları kısıtlayan bu düzenleme ile emeklilik yaşı kadınlarda 58’e, erkeklerde ise 60’a çıkarıldı. Emekliliğe esas olan prim gün sayısı ise 5000 iş gününden 7000 iş gününe çıkarıldı. Bu ‘reform’ adımına ise sosyal güvenlik sistemindeki tıkanma, gerekçe olarak gösterildi, bu kurumların bilinçli olarak tüketilmesinden ise hiç söz edilmedi. Ayrıca tıkanan kapitalist sistemin kendisiydi, sosyal devleti tasfiye ederek bu tıkanıklığı aşmak istiyordu.
AKP iktidarının gündeme getirdiği dönüşüm programının özü de yine sosyal devletin tasfiye edilmesidir. Program esas itibariyle bir Dünya Bankası projesidir. Tüm dünyada uygulamaya sokulan bu modelin altında Dünya Bankası’nın ve IMF’nin imzası var.
21 Haziran 2004’te basına da yansıyan Dünya Bankası Raporunda;
– Emekli aylıklarının vergilendirilmesi
– Aylık bağlama oranlarının düşürülmesi
– Emekli yaşının yükseltilmesi önerileri yer alıyordu.
Bunlar Dünya Bankası’nın sosyal güvenlik modelinin parametreleri…
Peki AKP iktidarının sağlıkta dönüşüm ve sosyal güvenlik reformu projesinin temel parametreleri neler?
– Emeklilik yaşını yükselterek ve prim gün sayısını artırarak emeklilik süresinin uzatılması
– Aylık bağlama oranlarını ve güncelleme katsayısının azaltılarak emekli aylıklarının düşürülmesi
– Prim ödeyenin ancak sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi, özel sağlık sigortacılığının teşvik edilerek sağlık haklarının kısıtlanması
– Sağlık için ayrılan kamusal kaynakların özel sağlık sektörüne akıtılması yoluyla sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi.
Görüldüğü gibi AKP’nin sağlıkta dönüşüm ve sosyal güvenlik reformu tasarısının temel parametreleri ile Dünya Bankası’nın parametreleri neredeyse bire bir örtüşüyor. Bu bir tesadüf mü? Elbetteki değil. Başta da söylediğimiz gibi AKP iktidarının hazırladığı tasarının altında dünya bankası’nın ve IMF’nin imzası var.
Sonuç olarak;
İşçisi, emekçisi, emeklisi, esnafı, çiftçisi, eczacısı, hekimi, mühendisi, genci, yaşlısısıyla bu ülkenin çalışan ve üreten milyonlarca insanının gerçek bir sağlık ve sosyal güvenlik reformuna ihtiyacı var.
Önümüze konan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı ise ‘reform’ değil sağlı hakkının kısıtlanmasına, sosyal hakların budanmasına, sosyal devletin tasfiyesine dönük bir yıkım projedir. Mutabık değiliz çünkü bu parametrelere itirazımız var!